BEYOĞLU NÖBETÇİ AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NE
SUNULMAK ÜZERE
ŞİŞLİ CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA
(EYÜP CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI ELİYLE)
HAZIRLIK NO :2008/20359
TAKİPSİZLİK NO :2008/16759
İTİRAZ EDEN
MÜŞTEKİ : Ali Emre Bukağılı
(Çınarlı Sok. Çınarlı Apt. No:1 D:2 Bostancı/Kadıköy/İstanbul)
VEKİLİ : Av. A.Talay Akat
(Darülaceze Cad. Bilaş İş Merkezi A Blok No: 31 Kat:5
Şişli/İstanbul)
ŞÜPHELİ : Nedim Gürsel
(19 Mayıs Cad. Golden Plaza No:1 Kat:10
Şişli)
SUÇ : TCK Madde 216 (1-3)
KONU : Sanık hakkında haksız olarak verilen takipsizlik kararının kaldırılması talebini içermektedir.
AÇIKLAMALAR :
Şüpheli Nedim Gürsel yazmış olduğu ve Doğan Kitapçılık tarafından da basımı yapılan “Allah’ın Kızları” adlı kitap ile “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik” ve “Halkın Bir Kesiminin Benimsediği Dini Değerleri Alenen Aşağılama” suçlarını işlemiştir. Bunun neticesinde, İslam dini ve onun aziz peygamberi Hz. Muhammed, peygamberimizin hanımları, diğer peygamberler ve Kuran’ı Kerim hakkında söylenen hakarete varan çirkin sözler her Müslüman gibi müvekkili de rahatsız etmiştir. Birey ve Müslüman olmanın sorumluluğu içinde müvekkilin duyarlı bir şekilde yaklaşmak suretiyle kitabın yazarı hakkında yapmış olduğu şikayet üzerine başlatılan soruşturma sonucunda haksız yere kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir.
Belirtmek isteriz ki söz konusu karar hukuki olmaktan uzaktır, çünkü;
1. SUÇUN UNSURLARI OLUŞMUŞTUR
Savcılıkça verilen takipsizlik kararının gerekçesinde suçun unsurlarının mevcut olmadığı şu sözlerle ifade edilmiştir;
“…suçun unsurlarının oluşmadığı anlaşılmakla…”
Bu gerekçeye katılmak mümkün değildir, zira;
Öncelikle şu nokta açıktır ki kitapta İslam dini, onun peygamberi Hz. Muhammed, peygamberimizin hanımları, diğer bazı peygamberler ve Kuran’ı Kerim hakkında çok çirkin ve hakaret niteliğinde, ayrıca üslup olarak da alaycı ifadeler kullanılmıştır.
Kitapta kullanılan ve şikayet dilekçemizde etraflıca ele alıntıladığımız sözler, günlük hayatta herhangi bir kişiye yöneltilmiş olsa dahi kabul edilemeyecek iken iş bu somut olayda özellikle Hz. Muhammed’e ve İslam dininin kutsallarına yönelik saldırının suç olduğu ve cezalandırılması gerektiği izahtan varestedir. Takipsizlik kararında bile söz konusu kitaptaki hakaret sözcüklerinden alıntılar yer almışken, bu sözlerin TCK 216-3 de geçen (sözde) AŞAĞILAMA olarak değerlendirilmemesi açıkça hukuka aykırıdır.
Kim bir kısmı takipsizlik kararında da yer alan kitaptaki aşağıda yer verdiğimiz sözlerin hakaret ve aşağılama olmadığını iddia edebilir?
“Muhammed, Hatice’yle evlendikten sonra zengin olmuştu, ama adam olamamıştı” (sf. 164)
“…Kutsal kitabın kargacık burgacık harfleri…” (sf. 71)
“…Donsuz İbrahim” (sf. 22)
“Muhammed’e bir cin musallat olmuş, onu ele geçirip kölesi yapmıştı…” (sf. 147)
“Allah’ın başka işi yok muydu?” (sf.165)
“İnançlı Müslümanlar mıydı gerçekten, yoksa yağmacılar mı? Galiba her ikisi de” (sf. 122)
“Küçük Ayşe (peygamberimizin hanımı) az çorap örmedi Muhammed’in başına” (sf. 240)
“…Çırılçıplak uzanmış Allah’ın kızları…” (sf. 120)
Danimarka’da Hz. Muhammed’in karikatürünün yayınlanmasıyla dünyada patlak veren hadiseler hepimizin malumudur. Bir karikatürden dolayı meydana gelen tahrik ve ardından meydana gelen olaylar ortadayken, kim şikayet konusu kitaptaki o sözlerin karikatürdeki peygamberimizin tasvirinden daha hafif bir hakaret olduğunu iddia edebilir? Kitapta geçen şahısların (Hz. Muhammed gibi) gerçek şahıslar olması yanında kitabın türünün roman olması hakaret ve aşağılama cümlelerinin değerini hafifletir mi? İnanan insanları rencide edip tahrik etme anlamında karikatür ve romanın nasıl bir farkı olabilir? Hz. Muhammed’e ve dinin kutsallarına yapılan açık hakaret, aşağılama karşısında bunun yapıldığı edebi malzemenin hangi türde olduğunun önemi olabilir mi? Bu taktirde hakaret ve aşağılama hususunda suç kastı olanlar, istedikleri vakit bir edebi türün arkasına sığınıp kendisi gibi düşünmeyenlerin inanç ve kutsallarına saldırsalar bu durum hukukun da katli anlamına gelmeyecek midir?
İfade özgürlüğünü istismar ederek, sınırlarını aşarak kişilere veya kişilerin kutsallarına yapılan saldırıların önlenmesi için düzenlenen TCK 216 maddenin tatbiki tam da bu dosya açısından elzemdir. Çünkü kitap ortadadır, hakaretler, aşağılama cümleleri kitapta yer almaktadır, bu kitaptaki hakaret ve saldırılardan rencide olanlar, rahatsız olanlar ortadadır. Kitap hakkında basına yansıyan çok sayıda haber de bunu göstermektedir.
Kitabın yazarı şüpheli Nedim Gürsel’i suç kastı açısından da değerlendirmek yerinde olacaktır. Şüpheli Nedim Gürsel, bir Türk’tür, ömrünün büyük çoğunluğunu Türkiye’de geçirmiştir. Dinin hassasiyetini, din aleyhinde kişisel yorum veya eleştiri sınırlarını aşıp hakarete, aşağılamaya varan sözler sarfetmenin Müslümanları ne derece rencide edeceğini ve tahrik edeceğini de çok iyi bilmektedir. Bu husus yazarın kasıtla hakaret ettiğini göstermekte, belki bu sözlerle kitabın daha çok dikkat çekip şahsi ününü, kitabın da satışını arttıracağını hesapladığını düşündürtmektedir. Nitekim şikayet konusu kitap ve yazar hakkında komuoyunda yapılan yorumlardan bir kısmı da bu yöndedir. (Özellikle dosyada mübrez olan Akşam Gazetesi yazarı Oray Eğin’in bu konudaki köşe yazısına dikkatinizi çekeriz.)
Kitapta geçen sözlerin hakaret ve inananları rencide edici olduğunu, kitap hakkında bilirkişi raporu hazırlayan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Kelam Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlyas Çelebi de belirtmiştir. Bilirkişi raporunda geçen şu cümleler dikkat çekicidir:
“…alaycı ifadeler kullanılmaktadır.
“… kitabın başlığında Allah hakkında “Allah’ın Kızları”; peygamberimiz hakkında “Allah ile pazarlık yapman”, “ zengin olmuş ama adam olamamış” gibi çirkin ifadeler kullanılmaktadır…”
“din gibi hassas bir konuda sağlam kaynaklara dayanmadan ileri sürülen bir takım bilgiler din konusunda bilgi sahibi olamayan kişilerin ve çocukların okumaları durumunda yanlış bilgilendirilme ihtimalleri söz konusudur.”
“Allah, din, peygamberler ve din büyüklerinden söz ederken, sağlam kaynakları kullanmak ve insanları rencide edici sözlerden kaçınmak…”
Görüldüğü gibi Sayın bilirkişi kitapta geçen sözlerden de alıntı yaparak bunları “alaycı”, “çirkin” olduklarını ve bu sözlerin “insanları rencide edici” nitelikte olduğunun da altını çizmiştir. Raporda açıkça dine, peygambere ve kutsal değerlere hakaret edildiği, üslubun ve bu şekilde yer verilen ifadelerin çirkin olduğu, insanları rahatsız ettiği ve yanlış yönde bilgilendirdiği belirtilmiştir. Sayın bilirkişi hukukçu olmadığı için suçun oluşup oluşmadığını elbette bilemez; bu görev soruşturmayı yürüten savcılığa veyahut yargılamayı yapan mahkemeye aittir. Bununla beraber dini açıdan kitabın içeriğini değerlendiren bilirkişi kitabın sakıncalı olduğu kanaatini raporunda ifade etmiştir. Hukuki boyuta gelince;
Türk Hukuku öncelikle 765 sayılı eski Ceza Kanunu 175.maddesinin 3.fıkrası ile bu doğrultuda bir düzenlemeye sahip bulunmaktaydı. Buna göre, “Allah’a ve dinlerin peygamberlerinden veya kutsal veya mezheplerden birine hakaret eden” kişinin cezalandırılması öngörülmekteydi. Söz konusu fıkra şu şekildeydi;
“Allah’a veya dinlerden veya bu dinlerin peygamberlerinden veya kutsal kitaplarından veya mezheplerinden birine hakaret eden veya bir kimseyi dini inançlarından veya mensup olduğu dinin emirlerini yerine getirmesinden veya yasaklarından kaçınmasından dolayı kınayan veya tezyif veya tahkir eden veya alaya alan kimseye altı aydan bir yıla kadar hapis ve beş bin liradan yirmibeş bin liraya kadar ağır para cezası verilir.”
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ise 216.maddesi ile daha genel anlamda bir düzenlemeye gitmiştir. Madde metni şu şekildedir;
“Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”
“Allah’ın Kızları” adlı kitabın bütünü incelendiğinde, peygamber ve Allah inancı taşıyan insanların bir anlamda hedef alındığı açıktır. Bu hedef gösterme kullanılan küçültücü ifadelerdir. Kitabın roman şeklinde yazılmış olması bu gerçeği değiştirmemektedir. Burada önemli olan husus kitabın hedef aldığı kitle ve yaygınlığıdır. Kutsal değerlere karşı bu şekilde bir tavır alınması ve kullanılan alaycı ve çirkin ifadeler toplumun inanan kesimini rahatsız edecek ve kızdıracak niteliktedir. Bu durum, toplumsal barış açısından tehlikeli bu durum arzetmektedir. Dünyada örnekleri görüldüğü üzere şikayet konusu kitapta geçen yukarıda alıntıladığımız din, peygamber ve dinin kutsallarına yönelik hakaret ve aşağılama cümlelerinden çok daha hafifleri bile dünya çapında infiale neden olmuştur.
Savunma makamının ileri sürdüğü gibi kitabın roman olması suçu ortadan kaldırmayacaktır. Çünkü romanda geçen Hz. Muhammed, Hz. Ayse, Hz. Hatice, Kuran’ı Kerim, Hz. İbrahim vb. gerçek kişilerdir. Kitapta anlatılananlar kurgu dahi olsa Müslümanlar için çok önemli ve değerli bir zattan, İslam dininin peygamberinden bahsedilmektedir. Dolayısıyla “Allah’ın Kızları” adlı kitapta Hz. Muhammed hakkında çirkin ve hakaret dolu ifadelerin de kullanılmış olması TCK madde 216’da ifade edilen “Dini Aşağılama, Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik” suçunu oluşturmaktadır.
Kin ve düşmanlığa tahrik suçu, hareket ile tanımlandığından, şekli bir suçtur. Suçun oluşması için neticenin ortaya çıkması yani toplumun güvenliği ve barışının bozulmuş olması gerekmez. Zararın değil, somut bir tehlikenin meydana gelmesi yeter sayılır. Suç tahrik fiillerinin icra edildiği anda tamam olur. Suç, neticesi süreklilik taşımadığından, mütemadi değil, ani bir suçtur.
Söz konusu romanın da anlatım tarzı bu açıdan alaycı ve rencide edicidir ki toplumun tahrik edilmesine müsaittir hele ki bilirkişinin de önemle belirttiği gibi dini bilgisi az kişiler tarafından değerlendirmiş olsun. Bu şekilde söz konusu insanların düşüneceği ilk husus peygambere hakaret edildiği hususu olacaktır; yoksa kitabın bilimsel değil de edebi eser olduğu hususu değil. Danimarka’da çok yakın bir geçmişte peygamberimizin karikatürleri çizilmiş ve sonucunda ciddi toplumsal olaylar yaşanmıştı. Takdir edersiniz ki karikatürler de bilimsel değildi ve elbette hayali olarak çizilmişti; mamafih bu hayali çizimin İslam aleminin peygamberi olarak yayınlanması bir anda Müslüman toplumunun tepkisine neden olmuş, bu tepkileri şiddet olayları izlemişti. Şu nokta unutulmasın ki din ve kutsal değerler söz konusu olduğunda, okumuş olsun olmasın her insanın sükunet içinde davranması ve sorunu diyalogla çözmeye çalışması beklenmez; böyle durumlar da kitleler etkiye açıktırlar ve şiddete yönelmeleri söz konusu olabilir. Elbette her ne şekilde olursa olsun şiddet tasvip edilemez, ancak bu gibi yayınların şiddet tehlikesini tahrik ettiği de açık bir gerçektir.
Kitabın inanan insanları rencide ve tahrik ettiği, Türk kamuoyuna yansıyan yazılardan da açıkça anlaşılmaktadır. Kitap eleştirmenleri ve çeşitli yorumculardan bazılarının yazılarına bu açıdan bir bakarsak;
Kitap eleştirmeni Recep Şükrü Güngör, 26.05.2008 tarihli Milli gazetede yayınlanan “Roman Sanat mıdır, Saldırı mıdır” başlıklı yazısında şu açıklamalarda bulunmuştur; (EK 1-26.05.2008 tarihli Yeniçağ)
“…Yazar, Hazreti Peygambere ismiyle hitap ediyor. Bir taşra kentinde büyüyen yetim bir çocukta, alaycı bir dille, istihza ederek söz eder gibi. Peygamberimizin evliliklerini onun kadın düşkünlüğü ile yorumluyor. Hazreti Aişe’yle evliliğini şehvete bağlıyor. Alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberden, saygı ifadelerini çok görerek “Muhammed” diye söz ediyor. Ona, bütün canlarını, mallarını feda edecek kadar samimi inanan sahabelerinden de –yandaşları- ifadesiyle söz ediyor.
“…Atasının dinine inanmasını bekleyemem, ama saygılı olmasını beklerim. İslam Peygamberinin kadın düşkünü olarak gösterilmesini hoş görmem…”
“…Roman adı altında üstelik Müslüman bir memlekette İslam Peygamberini bir düşük, bir yandaşçı, bir kan dökücü, bir çıkarcı olarak anlatmakta art niyet ararım. Karikatürcülerin hakaretinden farklı değil Gürsel’in anlattıkları. Allah’tan ki Müslüman halk kitlesi bu romanı okuyup da yayıncısına saldırmıyor. Belki de bir recul-faciri ciddiye almıyorlardır…”
“…Roman sanatsa, inançlara saldırı maksadıyla kullanılmamalıdır…”
“…Roman saldırı değil bir edebi anlatı sanatıdır. Bilgi aktarımı yapılırken de bir kriter olmalıdır. Alay ederek, küçük düşürerek ve de yanlış bilgi vererek roman anlatılmaz…”
Eleştirmen Recep Şükrü Güngör benzer bir açıklamayı da 22.07.2008 tarihli Vakit gazetesinde yapmıştır, “Küstah yazara İlahiyatçı Tepkisi” başlığıyla yer alan yazı şu şekildedir: (EK-2: 22.07.2008 tarihli Vakit)
“…Yazar, Hz. Peygambere ismiyle hitap ederek alaycı bir dil kullanıyor. Peygamberin evliliklerini kadın düşkünlüğü olarak yorumluyor. Roman adı İslam Peygamberini bir düşük, yandaşçı, bir kan dökücü, bir çıkarcı olarak anlatmaktadır. Karikatür hakaretinden farklı değildir yaptığı. Allah’tan ki Müslüman halk bu romanı okuyup da yayıncısına saldırmıyor. Roman bir saldırı değil, edebiyat sanatıdır, inançlara saldırı maksadıyla kullanılmamalıdır…”
Prof Dr Yaşar Nuri Öztürk de kitapla ilgili şunları söylemiştir; (EK-3: 21.07.2008 tarihli Yeniçağ)
“…Bu romanı keşke yazmasaydı Nedim. Başka bir şey yazsaydı. Hz Muhammed’in hayatı roman konusu olmamalıdır. Olursa o hurafelerin Muhammed’i olur. Türkiye’ye de dünyaya da Kuran’ın Muhammed’i lazım…”
Konularında uzmanlaşmış bu değerli bilim adamlarının yukarıda değindiğimiz açıklamaları açık bir şekilde ortada dine ve peygamberine yönelik bir saldırı bulunduğunun kanıtıdır. Yaşar Nuri Öztürk içerik ve esas hakkında kitabın hurafelerle dolu olduğunu söylerken; kitap eleştirmeni Recep Şükrü Güngör de kitabı sanat açısından ele alarak yapmış olduğu şekli inceleme neticesinde, üslubun ağırlığını ve kullanılan ifadelerin çirkin ve hakaret niteliğinde olduğunu ve Müslümanları tahrik edici olduğunu izah etmiştir.
2. DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ HİÇ BİR ŞEKİLDE KUTSAL DEĞERLERİN KÖTÜLENMESİ VE BU DEĞERLERE İNANLARIN AŞAĞILANMASI ŞEKLİNDE KULLANILAMAZ
Savcılık tarafından verilen takipsizlik kararının gerekçesinde kısaca şu ifadeler kullanılmıştır;
“…Anayasa’nın 26 ve 90 maddeleri ile A.İ.H.S nin 10.maddesinde belirtilen ifade özgürlüğü kavramında kaldığı…”
İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10.maddesinde hüküm altına alınmıştır. Madde şu şekildedir;
“1.Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde devletlerin radyo televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
2.Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalar ve yaptırımlara bağlanabilir.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi temelinde din özgürlüğü önemli bir yer tutmaktadır. Bu hususta 9.madde ile insanların inanç özgürlü düzenleme altına alınmıştır. Şöyle ki;
“Herkes, düşünce vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak din ve inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca açıkça veya özel tarzda ibadet öğretim uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.
Din ve inancını açıklama özgürlüğü ancak kamu güvenliğinin, kamu düzeninin genel sağlığı veya ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için demokratik bir toplumda zorunlu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabilir.”
Yukarıda da görüleceği üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ifade özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğü düzenlenmekle güvence altına alınmıştır. İş bu soruşturma konusu somut olayda iki temel hakkın çatışması söz konusudur. Yani bir tarafta md 10’da hüküm altına alınan ifade özgürlüğü ve diğer tarafta dine saygı temeline dayalı olan din ve vicdan özgürlüğü. Bu durumda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi md 17’de faydalanmak gerekecektir. Zira söz konusu madde hakların kötüye kullanılmasını yasaklamıştır. Bu maddeye göre;
“Bu sözleşme hükümlerinden hiç biri bir devlete topluluğa ve kişiye sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz”
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ MADDE 9 (DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ) ve MADDE 10 (İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ) ÇATIŞMA HALİNDEDİR. BU DURUMDA SÖZLEŞMENİN 17. MADDESİ KAPSAMINDA DEĞERLENDİRME YAPILMALI VE HAKLARIN KÖTÜYE KULLANILMASI ENGELLENMELİDİR.
Elbette ifade özgürlüğü diğer tüm haklar gibi koruma altındadır; ancak önemle vurgulamak isteriz ki diğer tüm temel hak ve hürriyetler gibi ifade özgürlüğünün de sınırsız olması düşünülemez. Hele ki ifade özgürlüğü denen şey karşı tarafa hakaret şeklinde vücut buluyorsa. İfade özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ortaya konulan haklar ve özgürlüklerin tahribi için kullanılamaz.
Anayasa’da da ifade özgürlüğünün sınırsız olmadığı açık bir şekilde belirtilmiştir. Buna göre; temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması md 13’te aynen ifade edildiği gibi anayasanın özüne dokunmaksızın ancak anayasada yer alan sebeplere binaen kanunla sınırlanabilir. Bu düzenlemede Anayasa md 26/2 de hüküm altına alınmıştır. Şöyle ki;
“ Düşünce ve kanaatleri yayma hürriyeti milli güvenlik kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve haklarının, özel ve aile hayatlarının veyahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.”
3. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN İSTİKRAR KAZANMIŞ KARARLARINA GÖRE DİNLERE HAKARET HİÇ BİR ŞEKİLDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİNDE DEĞERLENDİRİLEMEZ.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatlarına göre dinlere hakaret ifade özgürlüğü içinde değerlendirilemez.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konudaki kesinleşmiş bazı kararlarından işbu soruşturma kapsamında aydınlatıcı olması dileğiyle burada bahsetmek zarureti hasıl olmuştur.
A. OTTO-PREMİNGER KARARI : Avusturya’ya karşı açılan “Otto-Preminger davası; bir film yapımcısının Hıristiyan dinine ve İsa’ya hakaret içeren bölümlerin yer aldığı bir filmin yasaklanması sonrası AIHM’e yansımıştır. Merkezi Inssbruck’da bulunan film şirketinin “Das Liebeskonz” adlı yapımında İsa ve Hıristiyanlık aleyhinde bölümler yer almaktaydı. Katolik derneklerinin başvurusu sonrası film yasaklanmıştır. Daha sonra konu Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na götürülmüştür. Strasbourg Mahkemesi, “DİNE HAKARETİN FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA OLMADIĞI” kararını vermek suretiyle filmi yasaklayan Avusturya makamlarını haklı bulmuştur.
B. YASAK TÜMCELER KARARI : Abdullah Rıza Ergüven’in kaleme almış olduğu “Yasak Tümceler” adlı kitap Berfin Yayınevi sahibi İ.A tarafından basılmıştır. Bunun neticesinde kitabın Allah’a ve dine hakaret içermesine dayanarak Türk Mahkemeleri tarafından yasaklanmasına karar verilmiş; ve yayınevi sahibi de 765 sayılı TCK md 175 hükümlerine istinaden “İslama Hakaret” suçundan hapis cezası verilmiştir. Bunun üzerine konu 1998 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önüne gelmiştir. Mahkeme yaptığı yargılama ve değerlendirme sonucunca kitabı yasaklayan Türkiye’yi haklı bulmuştur.
Mahkeme, kararında özetle kamu huzurunu ilgilendiren konularda yargı müdahalesinin demokratik toplumların bir gereği olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla AIHM md 10’un (ifade özgürlüğü) ihlal edilmediğinin altını çizmiştir. Mahkeme söz konusu kitabın İslam peygamberi hakkında rahatsız edici ve provakatif düşüncelerin yanı sıra hakaret amaçlı ifadelerin de bulunduğunu belirtmiştir.”
Mahkemeye yine yukarıda bahsetmiş olduğumuz Otto-Preminger kararına da atıf yaparak Yasak Tümceler kitabını yasaklayan ve yayınevi sahibini hapis cezası ile cezalandıran Türkiye’yi haklı bulurken şu gerekçelere dayanmıştır;
“AIHS madde 10 da yer alan ifade ve düşünce özgürlüğü bazı görev ve sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. Bunlar arasında yer alan din ve inanç özgürlüğü söz konusu olduğunda başkalarına zarar verecek nitelikteki söylemlerden ve saygısızlık edecek davranışlardan kaçınılması gerekmektedir. İlke olarak büyük hayranlık ve sevgi duyulan dini hedef alan aşağılayıcı eleştirilerin yaptırıma tabi tutulması gerekmektedir.
İki temel hakkın uygulanması söz konusu olduğunda AİHM, çatışan menfaatler arasında bir denge kurulmasını gerekli görmektedir: bir tarafta başvuran için dini ideolojiye değin görüşlerini topluma aktarma hakkı, diğer tarafta başkalarının düşüncesine ,dini inanç özgürlüğüne saygı hakkı. Sonuç itibariyle AIHM söz konusu müdahale ile Müslümanlar tarafından kutsal sayılan bazı hususlara yapılan saldırıların önlenmesinin amaçlandığına itibar etmektedir.”
Özetle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşmiş içtihatlarına göre FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ DİNE HAKARET ETMEYİ KAPSAMAZ. DİNE SAYGI ÖN PLANDA TUTULMALIDIR.
Oysa daha önce de değindiğimiz üzere değerli bilim adamları kitabın dine yönelik hakaret içerdiğini ve peygamberini alaya aldığını söylemişlerdir; bu durumda Türk Hukuku bir yana Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ilgili maddesinin de açıkça ihlal edilmiş olduğu izahtan varestedir.
SONUÇ VE İSTEM :
Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında işbu haksız takipsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesini saygılarımızla talep ederiz. 05.09.2008
Müşteki A.Emre Bukağılı
Vekili
Av. A. Talay Akat