Esas Hakkında Mütalaaya Beyan Dilekçesi


ŞİŞLİ 2. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ’NE

DOSYA NO : 2008/1555 Esas

MÜŞTEKİ : A.Emre Bukağılı

MÜŞTEKİ VEKİLİ : Av. Ceyhun Gökdoğan

KONU : Esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanlarımızdır

AÇIKLAMA :

Savcılık makamınca verilen esas hakkındaki mütalaada;

“… kitapta yukarıda özetlenen sözlerin hakaret içerikli olduğu DİNE HAKARET ANLAMINDA İFADELER OLDUĞU KABUL EDİLMİŞ ise de TCK 216/3.maddesinde dini değerlerin alenen aşağılanması halinde suçun oluşabilmesi için fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde suçun cezalandırıldığı, dosya incelendiğinde atılı fiil açısından kamu barışının bozulduğuna ve filin kamu barışını bozmaya elverişli olduğuna ilişkin sanığın mahkumiyetini yeterli kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, aynı şekilde 5237 sayılı TCK 216/1 maddesi açısından da eylemin kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkarmadığına ilişkin herhangi bir delil bulunmadığı kamuoyunda bu yönde oluşmuş somut bir tehlikenin ortaya çıktığına ilişkin yeterli kanıt bulunmadığı…”

beyan edilerek sanığın beraatine karar verilmesi talep olunmuştur.

Savcılık makamı suça konu kitapta DİNE HAKARET anlamında ifadeler bulunduğunu açıkça belirtmişken, ardından beraat talep edilmesine hukuken katılmak mümkün değildir.

Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki, savcılık makamının bu mütalaasında, Sayın Mahkemenizin tensip zaptının 5. Maddesindeki “suça konu kitapla ilgili asayişi bozucu bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğinin İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube’den sorulmasına” hükmünün etkili olduğunu düşünüyoruz. Bilindiği üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayış Şube Müdürlüğü’nden gelen yazıda “kitapla ilgili asayişi bozucu toplumsal bir olayın meydana geldiğine dair kayıtın bulunmadığı” belirtilmiştir.

Oysa kanaatimizce söz konusu kitapla ilgili Emniyet kayıtlarına geçen bir olay meydana gelmişse bu durum ancak suçu pekiştirici bir delil olacaktır. Aksi durumda yani Emniyet kayıtlarında bu konuyla ilgili bir kayıt bulunmadığı durumda, bu husus sanığı beraate götüren bir delil olarak görülemez. Çünkü bu suçun oluşması için ille de Emniyet kayıtlarında bir olay olması gerekmez.

Yasanın aradığı şart “fiili bir eylem” değil, “yakın ve açık bir tehlike”dir. Yasa Koyucu toplumsal barışı korumak, henüz bir eylem vuku bulmadan bu eylemi doğuracak şartların yoğunlaşmasını önlemek için bu düzenlemeyi yapmıştır. Bu nedenle toplumsal barışı bozma tehlikesi doğuran eylemleri ayrı bir suç olarak düzenlemiştir.

Burada dikkat etmek gereken husus şudur: “eylem” başka şeydir, “tehlike” başka şeydir. Tehlike, eyleme zemin hazırlayan şartlarda bir yoğunlaşmadır. Yasa bu yoğunluğun eylem düzeyine çıkmasını aramamakta, “tehlike” seviyesini yeterli bulmaktadır.

“Tehlike” ile “eylem” arasındaki kavramsal ilişkiyi, fizikte suyun ısınması ile suyun kaynaması arasındaki ilişkiye benzetebiliriz. Isınmanın süregiden bir süreç olup ancak en üst seviyede kaynamaya dönüşmesi gibi, tehlike de süregiden bir süreçtir ve ancak en üst seviyede eyleme dönüşür. Kaynama seviyesine ulaşmamış bir su kütlesi pekala çok sıcak olabilir. Kaynamıyor diye suyu “soğuk” olarak nitelemek ne kadar hatalıysa, sırf sosyal patlama olmadı diye “TCK 216. maddenin aradığı tehlike şartı oluşmadı” demek de o kadar hatalıdır.

O nedenle “yakın ve açık tehlike” durumu sadece Emniyet’in kayıtlarında asayişi bozucu bir olay meydana gelip gelmediğine bakılarak tespit edilmez, edilemez.

TCK 216. Maddesine göre de fiili bir eylemin meydana gelmiş olması durumu aranmaz. Yakın bir tehlikenin muhtemel görülmesi suç unsurunun oluşması için yeterlidir.

Bu tip durumlarda; Emniyette fiili bir eyleme ilişkin bir kayıtın olup olmadığına göre hareket edilirse, Kanun Koyucu’nun öngörmediği bir şart yasaya eklenmiş olur.

Olayımızda “yakın bir tehlike”nin varlığı açıkça ortadadır ve savcılık mütalaasının aksine dosyada buna dair YETERLİ DELİL de mevcuttur.

Bu konuda dosyada çok sayıda delil vardır. Gerek basında çıkan haberler, gerek köşe yazarlarının yazdıkları yazılar, gerek internet haber sitelerinde konuyla ilgili haberlere yapılan yorumlar ortada toplumsal infiali andıran bir durumun olduğunu açıkça göstermektedir.

Bunlar olmasa dahi Türkiye’nin sosyo-kültürel özelliklerine bakıldığında bir “tehlike”nin varlığı açıkça görülecektir.

“Din” konusunun hassas bir konu olduğu hepimizin malumudur, toplumda herkesten itidal beklemek mümkün değildir, bu noktada toplumsal hassasiyetler gözününe alınmalıdır. Ülkemizde, şikayet konusu kitaptan çok daha hafif vakalarda cinayete kadar varan suçların işlendiğine maalesef hepimiz şahit oluyoruz. Öldürülen bir papaz, Hıristiyan bir yayınevine yapılan baskın neticesinde katledilen insanlar hepimizin hafızalarındadır. Tek başına bu örnekler bile din konusunun hassasiyetini ortaya koymak bakımından yeterlidir. Yine dünyada da şahit olduğumuz Salman Rüşdi örneği, karikatür krizi örneği unutulması mümkün olmayan örneklerdendir.

Bu bağlamda, sanığın kitabında geçen dine hakaretlere bakıldığında; toplumsal barışı bozacak eylemlerin meydana gelmeyeceğini kim iddia edebilir? Bir karikatürde peygamberimiz hakkında tek bir hakaret mevcutken meydana gelen toplumsal eylemlere hepimiz şahit olduk. Hukuk müdahale edip o karikatürün yayınlanması engellenmiş olsaydı hiçbir negatif eylemler, can kayıpları ortaya çıkmazdı. Üstelik karikatürde tek bir hakaret unsuru söz konusudur. Oysa şikayet konusu kitapta çok sayıda hakaret hem peygamberimize, hem diğer peygamberlere, hem peygamberimizin hanımlarına, hem de Kuran’ı Kerim’e direk olarak yöneltilmiştir. Bu durumda karikatür krizindeki olaylara benzer veya çok daha fazlaların ülkemizde veya ülke dışında meydana gelmeyeceğini kim garanti edebilir?

,

Elbette ki hiçbir tutarlı kimse böyle negatifliklerin yaşanmasını istemez, ama toplumumuzun önemle bağlı olduğu ve değer verdiği dini değerlere yönelik (dava konusu) hakaretler karşısında hukuk devreye girmeli ve gereken tepkiyi vermelidir.

Bu problemi hukuk çözmez ve kamuoyu vicdanını rahatlatmazsa, meydan, hukukdışına çıkma potansiyeli olanlara bırakılmış olmaz mı?

İlle de Emniyet kayıtlarında toplumsal bir vaka olması gerekmediğine dair delillere gelince;

Gerek dosyada mevcut olan deliller, gerekse de burada sıralayacağımız yeni deliller sanığın TCK 216. Madde kapsamında suç işlediğini kanıtlamaktadır:

1. EK-1’de Sayın Mahkemenize Yargıtay 4. Ceza Dairesi ile ilgili emsal bir karar sunuyorum. Sanık Ergun Poyraz’ın Hıristiyanları tahkir eden kitabı hakkında TCK 216. Madde kapsamında açılan ceza davasında yerel mahkeme beraat kararı vermiş, ancak Yargıtay Başsavcılığı kararın bozulması yönünde tebliğname bildirmiş ve Yargıtay 4. Ceza Dairesi de yerel mahkeme kararını bozmuştur. Yargıtay 4. Ceza Dairesi şu gerekçeyle kararı bozmuştur:

“… biçiminde küçültücü değer yargıları içeren ifadelere yer verildiği ve sanığın eyleminin 765. Sayılı TCKnın 175/3 madde ve fıkrası ile suç tarihinen sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK nın halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama başlıklı 216. Maddesinin 3. fıkrasında temas ettiğinin anlaşılması karşısında…”

Görüldüğü gibi yazarı Ergün Poyraz olan dini tahkir eden kitap hakkındaki Yargıtay kararında kitaptaki sözlerin TCK 216/3 maddesi uyarınca suç olduğundan bahisle bozma kararı verilmiş, savcılık mütalaasında olduğu gibi toplumsal bir infial olayının olduğuna dair bir Emniyet kaydı aranmamıştır.

2. Dosyaya da sunduğum üzere, Abdullah Rıza Ergüven’in yazmış olduğu yine aynı şekilde dine hakaret içeren bir roman hakkında ulusal mahkemenin mahkumiyet kararı vermesi üzerine, Ergüven AİHM’ye başvurmuş ve AİHM ulusal mahkeme lehine karar vermiştir. O emsal vakada da Emniyet’e intikal etmiş bir durum yoktur ancak, hem yerel mahkeme mahkumiyet kararı vermiş, hem de AİHM bu kararı onamıştır. (Dosyada bu konudaki kapsamlı dilekçemiz mevcuttur.)

3. Sanık avukatı dosyaya sunduğu dilekçesinde müvekkili sanığın “güvenliği” nedeniyle günsüz olarak dinlenmesini Sayın Mahkemeden talep etmiştir. Bu durum ortada bir güvenlik sorunu olduğunun, dolayısıyla tehlikenin ikrarıdır. Sanık avukatının bile “güvenlik endişesi duydukları”nı dilekçesinde birkaç kez belirtmişken ve sanık celse arasında gelip ifade vermişken, hala daha dosyada açık ve yakın bir tehlike olmadığını belirtmek hatalı olacaktır.

4. Sanık bile Akşam Gazetesi’ne verdiği röportajda, “Böyle bir TEPKİ hiç aklıma gelmedi” diyerek oluşan toplumsal tepkiye dikkati çekmiştir. Bu söz gazetenin başlığına taşınmıştır. (EK-2)

Sanığın da ikrar ettiği bu toplumsal tepki TCK 216. Maddede zikredilen suçun “yakın tehlike” şartının oluştuğunun önemli bir delilidir.

5. Yine sanık, CNN Türk’ten “5N 1K”ya, Habertürk’ten “Fihrist” programına, Bussiness Channel’a verdiği röportajlarda bu tehlikeyi kendisi de açıkça ifade etmiştir. Program sunucuları da söz konusu “tehlikeden” söz etmişlerdir:

CNN TÜRK 5N 1K Cüneyt Özdemir sanığa şöyle bir soru sormuştur: “… İnanç gerçekten de bu dönemde kurcalanması ÇOK TEHLİKELİ bir konu, hele bu dönemde..”

Sanık Nedim Gürsel: “Doğan Kitap’a kitap henüz yeni çıktığında bir MAİL YAĞMURU başladı… birçok TEHDİT MAİLLERİ GELDİ.”

Sanık Nedim Gürsel: “Bu konuda yazı yazmak, BIÇAK SIRTI bir konu”

Busineschannel; Spiker: “bu kitap biraz SANCILI bir kitap diyebilir miyiz?”

Sanık Nedim Gürsel: “Kitabın doğuşu SANCILI oldu.”

Habertürk spikeri: Nedim Bey az önce siz de “BIÇIK SIRTINDAN” bahsettiniz, gerçekten de “BIÇAK SIRTI” bir konu. Ben birkaç yerde izin SALMAN RÜŞTİ’ye benzetildiğinizi, SİZE SALMAN RÜŞTİ KİMLİĞİ YÜKLEDİLER”

Bu örneklere baktığımızda şunu sormak lazım:Bunlar tepki değilse tepki nedir? Halk ayaklanması çıkması mı gerekmektedir?

Elbette ki gerekmemektedir. Gereken yargı mensuplarının eyleme dönüşmeden tehlikenin farkına varmaları ve hukukun gereğini yapmalarıdır. Sayın savcı belki yukarıda arzettiğimiz örnekleri bilmediğinden “tehlike yokluğu” beyanında bulunmuş olabilir, ancak Sayın Mahkemenizin bu son derece açık hususları dikkate alacağına inanıyoruz.

6. Birçok gazetede bu kitabın yayınlanmasıyla birlikte toplumsal tehlikeye dikkati çeken, sanığın provakasyon amaçlı bunu yaptığını açıklayan çok sayıda haber ve köşe yazısı yer almıştır.

Örneğin;

Gazeteci Cüneyt Özdemir: “ULUSLAR ARASI SİYASAL BİR EDEBİ BİR RANT ELDE ETMEYE KALKTIĞI”… ‘Allah’ın Kızları’ düşünce özgürlüğünden çok PLANLANMIŞ BİR PROVOKASYON fena halde ‘RANT’ kokuyor…. ‘DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ’ KILIFI geçirilmiş KİŞİSEL BİR ÇIKAR meselesine kadar gidiyor.” (Dosyada mübrez)

Köşe yazarı Oray Eğin: “Allah’ın Kızları” PROVAKATİF, ama daha da önemlisi PROVOKATİF OLMASI İÇİN ÖZEL BİR SEBEPLE YAZILMIŞ BİR ROMAN… Nedim Gürsel bu kitabı yazarken bunun Türkiye’deki kimi hassasiyetlere zarar vereceğini düşünemiyor muydu? BİLAKİS TAM DA İSTEDİĞİ BUYDU…Burada mesele düşünce özgürlüğü ya da ifade hakkı değil. Bunu özgürlükler kapsamında değerlendiremeyiz. Başka İNSANLARI RENCİDE EDECEK, SADECE RENCİDE ETMESİ İÇİN YAZILMIŞ BİR METİNDEN SÖZ EDİYORUZ.” (Dosyada mübrez)

Kitap eleştirmeni Recep Şükrü Güngör’in “Roman Sanat mıdır, Saldırı mıdır” başlıklı köşe yazısında: “…Roman adı altında üstelik Müslüman bir memlekette İslam Peygamberini bir düşük, bir yandaşçı, bir kan dökücü, bir çıkarcı olarak anlatmakta art niyet ararım. KARİKATÜRCÜLERİN HAKARETİNDEN FARKLI DEĞİL GÜRSEL’İN ANLATTIKLARI. Allah’tan ki MÜSLÜMAN HALK KİTLESİ BU ROMANI OKUYUP DA YAYINCISINA SALDIRMIYOR… Roman sanatsa, inançlara saldırı maksadıyla kullanılmamalıdır… Roman saldırı değil bir edebi anlatı sanatıdır. Bilgi aktarımı yapılırken de bir kriter olmalıdır. Alay ederek, küçük düşürerek ve de yanlış bilgi vererek roman anlatılmaz…” (Dosyada mübrezdir)

Prof Dr Yaşar Nuri Öztürk: “…Bu romanı keşke yazmasaydı Nedim. Başka bir şey yazsaydı. Hz Muhammed’in hayatı roman konusu olmamalıdır. Olursa o hurafelerin Muhammed’i olur. (Dosyada mübrezdir.)

Ayrıca yine dosyada mübrez olduğu üzere (hatta birçoğunu sanık tarafı dosyaya sunmuştur), Vakit Gazetesi’nde, Yeni Şafak Gazetesi’nde, Zaman Gazetesi’nde ve birçok internet sitesinde şikayet konusu kitap aleyhinde, bu kitabın toplum barışı açısından tehlikeli yönleri olduğuna dair de haberler çıkmıştır.

7. İnternet sitelerinde sanık ve kitabı hakkında yer alan haberlere yapılan okur yorumları da çok dikkat çekicidir. Birçok okur yorumunda “toplumsal tehlikeden”, “insanların tahrik edilmesinden” bahsedilmiştir. Sayın Mahkemenizce bu toplumsal reaksiyonun dikkate alınması gerekmektedir. (EK-3: İnternet sitesindeki yorumlar)

Görüldüğü gibi tüm bunlar, sanık aleyhine yeterli tehlikenin ortaya çıktığını gösteren somut DELİLLERDİR.

Sayın Mahkemeniz hakiminin vermiş olduğu bir karara da şu aşamada dikkat çekmek istiyoruz. Sayın Mahkemeniz hakimi Agos Gazetesi sahibi Serkis Reropyan ile Hrant Dink’in oğlu Yazı İşleri Müdürü Arat Dink hakkında TCK 301. Maddesi uyarınca açılan ceza davasında vermiş olduğu 20 sayfalık mahkumiyet kararında; “Ermeni soykırım iddialarının kabulünün Türkiye’yi sonu gelmez kavgalar ile terörün içine çekebileceği, bu iddiaların toplumsal düzeni bozduğunu ve bu yüzden ifade özgürlüğü olarak görülemeyeceğini” gerekçe göstermiştir.

Her ne kadar TCK maddeleri farklı olmakla birlikte, “kamu barışının bozulması”, “açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkması” bağlamında TCK 301 ile TCK 216 arasında kavramsal paralellik vardır. Sayın Mahkeme hakimi kanatimizce bu kararında “soykırım” kelimesi kullanıldığında bunun o ana kadar herhangi bir toplumsal olay olup olmadığını Emniyetten sormamış, kendi kanaatine göre bu durumun toplumsal düzeni bozduğunu ifade etmiştir. (EK-4: 12.10.2007 tarihli Cumhuriyet Gazetesi)

Davamızda ise, sanık Nedim Gürsel’in yazdığı kitapta dine ve mukaddesata açık hakaretlerin olduğu konusunda şüphe yoktur. Bu, bilirkişi mütalaasıyla, Diyanet’in raporlarıyla, savcı mütalaasıyla tartışılmaz bir konudur.

Bu durumda tek bir “soykırım” kelimesinin, tevil yoluyla “toplumsal düzeni bozduğu” görülebiliyorsa, çok açık ve net olan kitaptaki onlarca dine hakaretin toplumsal düzene, barışa yönelik çoğunluğu Müslüman olan ülkemizde çok daha tahrik edici aşırı bir eylem olduğunun da görülmesi gerekir kanaatindeyiz.

Sonuç itibariyle, tüm bu açıklamalarımız; DİNE HAKARET yoluyla “toplumsal barışa” ve “yakın ve açık bir tehlikenin” ortaya çıktığını ortaya koymaya yeter ve artar delillerdir. Sayın Mahkemenin bunları dikkate alması gerekmektedir.

SONUÇ VE TALEP:

Yukarıda izahlarımızın, delillerimizin Sayın Mahkemenizce dikkate alınmasını ve Savcılık makamının verdiği esas hakkındaki mütalaaya itibar edilmeyerek sanık hakkında suçun unsurlarının oluştuğundan dolayı mahkumiyet kararı verilmesini vekaleten saygılarımızla talep ederiz. 26.05.2009

A. Emre Bukağılı vekili

Av. Ceyhun Gökdoğan